sevdiklerini incittiğini ve en buyuk yaraların ailede açıldığını anlatıyor. Şafak, kapakta bir sürpriz yaptığını, romanın kahramanı İskender olarak okuyucusunun karşına çıktığını belirterek, "Daha önce bir kadın yazar, erkek kahramanın kılığında kitabının kapağında yer aldı mı bilmiyorum ama 1,5 yıldır hep İskender olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm, ister istemez İskenderleştim" dedi.
Yazar Şafak, "İskender" adlı son romanında Fırat'tan başlayıp, Londra'ya kadar uzanan yolculukta, toplumun erkek çocuğa bakışını, insanların aslında en çok sevdiklerini incittiğini ve en buyuk yaraların ailede açıldığını anlatıyor.
Kitabı hakkında bilgi veren Şafak, kapakta bir sürpriz yaptığını, romanın kahramanı İskender olarak okuyucusunun karşına çıktığını belirterek, "Daha önce bir kadın yazar, erkek kahramanın kılığında kitabının kapağında yer aldı mı bilmiyorum ama 1,5 yıldır hep İskender olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündüm, ister istemez İskenderleştim" dedi.
Şafak, yazdıkça kendini karakterlerinin yerine koyduğunu, kitapta 10 karakter bulunduğunu ama en çok İskender'i anlamakta zorlandığını vurgulayarak, şöyle konuştu:
"En zoru İskender olmaktı. O dönüşüm, yani kadın yazar için erkek karakterin yerine kendini koyabilmek, oradan dünyaya bakmak zor bir şey. Benim için kapak, bu değişimin simgesi. İskender'den erkek gibi davranması, ağlamaması, olduğu insan değil de olmadığı bir şeye soyunması isteniyor. Hatta buna mecbur ediliyor. Üzerimize giydirilen bir erkeklik ve kadınlık kalıbı var. Kalıpların giydirilmesi de aileden başlıyor. Bu noktada çocuklarımızı çok incitiyoruz sonra o çocuklar daha hırçın büyüyor. İskender daha serseri ve bıçkın birine dönüşüyor. İncine incine incitmeyi öğreniyor. İnciten insanın da nerede incindiğini göreceğiz ki, o zinciri kıralım."
İskender karakterini içselleştirdikçe, erkekliğin zor bir şey olduğunu anladığını ifade eden Şafak, " keşke bir gün de olsa erkekler kadın, kadınlar erkek olsa. Belki de daha iyi anlarız birbirimizi o değişimden sonra" dedi.
Kitaplarında genel anlamda biraz melankoli hakim olsa da mizahı da çok önemsediğini, kendisini asıl cezbedenin hüzünle mizah arasındaki dans olduğunu belirten Şafak, hüznü mizahla, komik olanı hüzünle anlatmaya ve hayattaki ironileri yakalamaya çalıştığını söyledi.
Şafak, son romanında da diğerlerinde olduğu gibi tasavvufa bir alt damar olarak yer verdiğini kaydetti.
-"İSKENDER'İN OKURLA BİR GÖNÜL BAĞI KURABİLMESİNİ İSTİYORUM"-
Elif Şafak, genişleyerek artan bir okur kitlesine sahip olmanın mutluluğunu yaşadığını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"15 yıllık bir süreçte 10. kitap, 8. roman oldu İskender. Benim için önemli olan anlattığım hikayelerin okurla bir bağ kurabilmesi. Edebi olarak çok daha olgun bir ses oldu son kitabım. En azından ben öyle buluyorum, takdir her zaman okurun. İskender'i yani bir aile hikayesini ancak anne olduktan ve 40 yaşına yaklaşınca yazabilirdim daha önce yazamazdım gibi geliyor. Aileler hep kafamı kurcalar. Ailesiz büyüdüğüm için hep merak eder, gözlemlerim aileleri. İskender, çok geniş açılı, cesur, hüzünlü, duyarlı, değişime inanan, çok önemli ailevi meselelere eğilen ve umut dolu bir roman."
-"KADIN CİNAYETLERİYLE YÜZLEŞMEMİZ LAZIM"
Elif Şafak, kitabında anlattığı kadına şiddete özellikle vurgu yapmak istediğini belirterek, şunları kaydetti:
"Son dönemde artan kadın cinayetleriyle ilgili haberleri okuduğumuz zaman kurbana, incitene bakıyoruz. Ama arkasındaki hikayeyle ilgilenmiyoruz. Sorunu çözmek için hikayeleri de görmeli, toplumun bunda ne kadar rolü olduğunu anlamalıyız. Yani bu cinsiyetçi kalıbın değişmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü ataerkillik sadece kadınları ezip mutsuz etmiyor, erkeklerin üzerinde de inanılmaz bir baskı var.
Biz İskender'i anlamadıkça, İskender gibileri çözemedikçe bu sorunları ortadan kaldıramayız. İskender nasıl yetişiyor? O'nu da yetiştiren bir anne. O ana-oğul ilişkisi nasıl şekilleniyor? Biz kadınlar bunda nasıl rol oynuyoruz? O kadar karmaşık bir konu ki, işte bu yüzden konuya daha derinden bakabilmek istedim. Kadınlar, farkında olmadan ataerkilliği içselleştiriyor, bu yüzden sorun çözülemiyor. Biz bu kalıpları tekrar ediyoruz. Yoksa kalıplar çok kolay değişir. Türkiye'de kadın cinayetleriyle yüzleşmemiz lazım. Doğuda bir yerde, az sayıda bir insanın meselesi olarak görürsek çözemeyeceğiz. İnsan kendine soramadan edemiyor. Bu kadar mı çaresiz ve sahipsiz bu kadınlar bu ülkede?"
-"ŞU HAYATTA İNSANI EN ÇOK SEVDİKLERİ ACITIR"-
Şafak, kitabında ikiz kavramına da vurgu yaptığına dikkati çekerek, "Bu kitabı İngiltere'de yazdım. Giderken bir parçamı burada bıraktım. Hep İstanbul'da kalan öteki yanımı düşündüm. Bu ister istemez ikizlik temasını doğurdu. Aslında ikizlik değil, ikilik kavramı var. Sıla, gurbet, gidenler, kalanlar. Tamamen kendi hayatımdan esinlenerek, gurbet duygusundan çıktı, ikizlik vurgusu" diye konuştu.
Kitabında "Şu hayatta insan en çok sevdiklerini acıtır" söylemine dikkati çekmek istediğini ifade eden Şafak, "Nasıl oluyor da en sevdiklerimizi bu kadar incitiyoruz. Bu kadar yanlış anlıyoruz. Hareketlerini ve özgürlüklerini kısıtlıyoruz. Aşklarını yaşamalarına, bireyselliklerini geliştirmelerine mani oluyoruz. Keza onlar da bize yapıyor. Ailede başlıyor bir çok yara bere. Kabuk tutsa da içten içe kanıyor. Bugün yaşadığımız bir çok sorunun temelinde aile var. Kendi geçmişimize, çocukluğumuza dönüp çözmemiz lazım. Çözersek rahat edeceğiz" şeklinde konuştu.
-NAMUS KADINLARIN BEDENİNDE DEĞİL, ZİHİNLERDE ARANMALI-
Elif Şafak, "el-alem ne der"i toplum olarak çok önemsediğimizi belirterek, namusun insanların yatak odalarında, kadınların bedeninde değil, insanların zihinlerinde aranması gerektiğini söyledi.
Kadınların karmaşık bir yapıya sahip olduğunu, hayatın kadınları karmaşık olmaya ittiğini ifade eden Şafak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"O kadar çok şeyi bir arada yapmak zorundayız ki, çalışan kadın, anne, evlat ve eş gibi bir sürü roller var. Ve bu rollerin arasındaki mesafe çok büyük. Erkeklerin bu kadar ciddi bir bölünmüşlük yaşadığını hissetmiyorum. Kadınlar daha çok değişmek zorunda kalıyor. O kadar çok eşik var ki atlamamız gereken. Eşiklerimiz daha derin, durup dururken karmaşık olmuyoruz. Erkek olmanın da zor yanları var. Mevcut kalıba uymayan her türlü erkeklikle dalga geçiyor, rencide ediyoruz. Kadın sorunlarına duyarlı olduğumuz kadar erkeklerinkine de duyarlı olmadıkça sorunlarımızı çözemeyiz."
-"TÜRKÇE'YE SEVDAM VAR. ONUN YERİNİ HİÇ BİR ŞEY ALAMAZ-"
Şafak, "İskender"i bir yolculuk ruhu içinde kaleme aldığını, İstanbul'da yazmaya başladığını, Londra'da devam ettiğini ve kitabın 1,5 yılda tamamlandığını söyledi.
"Neden romanlarınızı önce İngilizce yazıyorsunuz" şeklindeki sorularla karşılaştığını vurgulayan Şafak, şöyle konuştu:
"Sadece İngilizce yazmıyorum, Türkçe de yazıyorum. Türkçe'nin yerine İngilizce yazmak değil yaptığım. İskender'i önce İngilizce yazdım. Omca Korugan çevirisini yaptı. Bu çeviriyi aldım yeniden yazdım. Yani iki kez yazdım. İki kat emek sarf ediyorum. Dille uğraşmayı seviyorum, bir cümleyi farklı dillerde 'nasıl kurarım'ı çok merak ediyorum. Bunları düşünmekten büyük bir zevk alıyorum, bunu ancak dili seven anlar. Yoksa, Türkçe'yi çok seviyorum, o benim ana dilim. 'Türkçe yetersiz bir dil' demişim güya. Nasıl böyle bir şey diyebilirim? Türkçe'ye sevdam var. Onun yerini hiç bir şey alamaz. Ancak bir başka dilde de kendini ifade etmek, diller arası yolculuk yapmak bir yazarın ufkunu açar. Osmanlının son döneminde bizim yazar ve şairlerimiz kaç dilde yazardı, biz bunları unuttuk sanki çok garip bir şeymiş gibi algılıyoruz"
Şafak, her romanın bir yolculuk olduğunu, bir roman bitince epey bir süre dinlendiğini, bilinçli olarak yeni bir romana başlamadığını belirterek, son kitabının enerjisinden çıkmadan yeni bir kitaba başlamanın kendini tekrar etme riski taşıdığını söyledi.